“Ne mutlu Türk’üm” diyemeyenlerin “Türk-Kürt kardeşliği” masalı
Amerikancı psikolojik savaş malzemesi: Türk-Kürt kardeşliği
Cumhuriyet’e sahip çıkma mitinglerinin yankıları sürerken, Genelkurmay Başkanlığı’nın 7 Haziran’da yaptığı “teröre karşı kitlesel refleks gösterilmesini” isteyen açıklamasının ardından Türkiye’de Kürt meselesi ve siyaset açısından yeni bir süreç başladı.
Cumhuriyet mitinglerinin ardından esas meselenin Kürt sorunu olduğunu, salt laiklik eksenli bir mücadelenin AKP karşıtı mücadeleyi zayıflattığını ve şeriatçılıkla mücadelenin milliyetçi bir programla verilebileceği uyarılarını yapmıştık.
Bizce AKP karşıtı bir eylemin ne kadar AKP karşıtı olduğunun da sınanma noktası Kürt meselesiydi. Bu anlamda Genelkurmay Başkanlığı’nın bölücü hareketi ırkçı- faşist bir hareket olarak tanımlaması, Kürtçülüğe karşı Türk Milleti’nin tepki vermeye çağırması ve bunun öncesinde şehit cenazelerinin hükümet ve PKK karşıtı eylemlere dönüşmesi Türkiye’de Amerikancı-AB’ci hegemonyanın artık sarsıldığının bir göstergesi.
Bugüne kadar AB rüzgârı, Amerikan müttefikliği adı altında Kürtçülük, Rumculuk, Ermenicilik palazlanmıştı. Şimdi ise rüzgârın yönü değişmektedir. Rüzgâr artık bizden yana, Türk Milleti’nden yana esmektedir.
İşte mesele de burada başlamaktadır. Kürt bölücülüğüne karşı, Türk Milleti’nin göstereceği refleks aynı zamanda ABD ve AB’nin de sorgulanmasını getireceği için bazılarını telaşlandırmaktadır. Kürt-İslam faşizmine karşı “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyenlerin göstereceği refleks, Yaşar Büyükanıt’ın ifadesiyle “Türk’üm diyemeyen ve bu yüzden Türk Milleti’nin düşmanı olan” çevreleri sıkıntıya sokmaktadır.
Bu yüzden de Amerikancı psikolojik savaş malzemeleri medya tarafından servise sunulmaktadır: PKK’nın yayın organı Gündem gazetesine göre, Genelkurmay Kürtleri linç ettirmek istemektedir. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması Türkiye’de insanların birbirlerinin gırtlağına sarılarak, kardeşin kardeşi öldürdüğü bir iç savaşın eşiğine getirecek nitelikte bir çağrıdır. Bu yüzden Türkler sokaklara “Kürt kardeşlerimizle özgürce birlikte yaşamak istiyoruz.” diye çıkmalıdır.
Diğer medya kuruluşları, sözde gazeteci ve aydınları, sözde sivil toplum örgütleri ise, bu propagandayı sanki PKK’nın fiili sözcüsüymüş gibi sahipleniyor. KESK Genel Başkanı ve Hak-İş Genel Başkanı’nın konu ile ilgili açıklamalarının Kongra-Gel Genel Başkanı Zübeyr Aydar’ın “Kürtleri linç ettirmek istiyorlar.” açıklamasından bir farkı yok. Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu’ya göre, Genelkurmay Başkanlığı Türk-Kürt çatışmasını körüklüyor. KESK’e göre ise, toplumun bu türden kamplaşmalar yerine, kardeşçe bir arada yaşamı sağlayacak iklimin yaratılmasına ihtiyacı var.
Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü gibi her olayda adını duyduğumuz ama sözcülerinin dışında herhangi bir kitlesel eylemine şahit olmadığımız bir sürü derneğin aynı türden açıklamalarını ard arda görebilirsiniz gazetelerde.
Şehit cenazelerindeki binlerce insanın tepkisine karşı; bir sürü dernek ismiyle, her olayda ortaya çıkan 500 aydının açıklamalarıyla kendilerine kitlesellik imajı vermeye çalışan o bildik koro ve yine o bildik kardeşlik masalı.
İsterseniz 500 değil, 1000 aydınla açıklama yapın, AB fonlarından aldığınız paralarla istediğiniz kadar dernek kurup her olayda o derneklerin adını alt alta yazıp çağrılarda bulunun; artık Türk Milleti tanıyor sizi ve masallarınızı.
Türk Milleti , “Bu açıklamanın aşırılığa varacak tarafı, Kürt yurttaşlara karşı bir şiddetin başlamasıdır.” diyen Doğu Ergil’i de tanıyor, “Bilin ki, çatışmaya davet niteliği taşıyan bu çağrı ve bu oyun son derece tehlikelidir.” diyen Ali Bayramoğlu’nu da.
Türk Milleti, “Kürtler ve Türkler şiddete karşı beraber yürüyecekler mi?” diye soran Ece Temelkuran’ın da niyetini biliyor, “Şehit cenazelerinin Kürt- Türk çatışmasına dönüşmesi, kardeş kavgasının başlaması tehlikeli görülmüyor mu?” diye soran Gülay Göktürk’ün niyetini de.
PKK saldırırken susanların, Türk Ordusu harekete geçince feryat figan kesilip kardeşlikten bahsetmelerini artık yutmayacak bilinç düzeyine erişmiş bir Türk Milleti var.
İHD ve Mazlum-Der gibi insan haklarını, mazlum haklarını değil, eli silahlı teröristlerin sözcülüğünü yapan Kürtçü örgütlerin ve şeriatçı gazetelerin kardeşlik masallarını, AB sürecini, Amerikan müttefikliğini her şehirden verdiği şehitlerle bedel ödeyerek, acı çekerek öğrenen bir Türk Milleti var artık.
Türk’e sağduyu, Kürt’e demokrasi
Peki bu provokasyon ve linç kelimeleri ne zaman gazete manşetlerine ve gazete köşelerine taşınıyor? Türk Milleti sokağa indiği zaman. Milyonların Cumhuriyet için sokağa dökülmesi, milliyetçiliğin yükselmesi ve Türklük bilincinin şaha kalkmasıdır, birilerine bu propagandayı yaptıran.
ABD’den aldığı destekle Türk Milleti’nin varlığına ve bütünlüğüne kastedenlere karşı kardeşçe ve hoşgörüyle davranmak önerilirken, Türk Milleti’ne sağduyudan bahsedilmekte, eli kolu bağlanmaya çalışılmakta, Kürt çapulcularına sessizce teslim olma çağrısı yapılmaktadır.
Burada iki anlayış mücadele etmektedir. Türk Ordusu sınıra yığınak yapmıştır. Genelkurmay Başkanı Barzani’yi, ABD’yi hedef gösteren açıklamalarda bulunmuştur. Kuzey Irak sınırı asker tarafından kapatılmıştır. Şırnak, Siirt ve Hakkâri güvenlik bölgesi ilan edilerek, giriş çıkış askeri denetim altına sokulmuştur. İçerde ve dışarıda teröre karşı ciddi bir mücadele hazırlığıdır bu.
Bu noktada Türk Milleti yıllarca duyduğu kardeşlik, demokrasi, Avrupa kriterleri gibi söylemlerle kaybettiklerine karşı Ordu’suna destek olmaktadır. Ordu’nun ve halkın teröre karşı bu duruşuna karşı işbirlikçi siyaset kurumu direnmektedir.
Tayyip, Ordu’nun teröre karşı mücadelesini engellemeye çalışmakta, diğer taraftan şehitleri için ağlayanlar, PKK aleyhine cenazelerde slogan atanlar provokatörlükle suçlanmakta, tutuklanma tehditleri almaktadır.
Otobüs yakanlara, yollara mayın döşeyenlere, ekonomiyi mafya yolu ile ele geçirip şehirleri istila edenlere, karakol basanlara ise her türlü hak ve özgürlük verilmektedir.
İyi niyetli Türkler, iyi niyetli Kürt aramasın
Türkiye kaçınılmaz olarak ABD ile karşı karşıya gelmektedir ve bu hesaplaşma Kürtler üzerinden başlayacaktır. Türkiye’de milliyetçiliğin yükselmesi, Kürt istilasına karşı bir direnişe dönüşmesi, ABD’nin korkulu rüyasıdır. Bu durumun bir şekilde engellenmesi gerekmektedir. ABD’nin yıllarca kurmak için uğraştığı Kürt Devleti projesi Türk Ordusu’nun bir hamlesiyle suya düşebilecek pozisyondadır.
İşte bu noktada devreye girmektedir Türk-Kürt kardeşliği masalı. Vatan Gazetesi yazarı Güngör Mengi’ye göre, “Kürt kökenli yurttaşların sahiplenilmeleri gerektiğini toplumsal bilincimize kazımamız gerekmektedir.”...
Yine Oktay Ekşi’ye göre, Genelkurmay’ın bildirisi, “bunca yıl barış içinde yaşayan insanlarımızı bölüp, birbirine düşman eden” bir bildiridir.
Çünkü kendini artık ayrı bir kimlikle tanımlamaktadır. Ayrı bir dili ve dalgalandırmak istediği ayrı bir bayrağı vardır. Bu durum ise yıllarca Batının talepleri doğrultusunda yürütülen işbirlikçi politikalar sayesinde oluşmuştur. Önce Kürt kimliği kabul edilmiştir. Sonra bu kimliği kabul etmenin doğurduğu haklar peşi sıra verilmiştir. Şimdi ise, ayrışan bu kimliklerin kardeşliğinden bahsedilmektedir.
Buradaki çelişki, kardeşlikten bahsedenlerin yıllardır bu ayrışmanın sağlanması için çabalayanlar olmasıdır.
Kimi iyi niyetli Türkler bu tuzağa düşmektedir ve PKK’lı ile iyi Kürt’ün ayrılarak, iyi Kürt’ün kazanılması yolunu önermektedir.
Öncelikle şunu belirtmek zorundayız ki, insanların iyi niyeti tarihsel akışı değiştirmemektedir. Mesele iyi kişilere göre politika belirlemek değil, bölücülükle topyekûn mücadele etmektir. İkincisi de şudur ki, mesele 20 yıldır örgütlenen bölücü hareketin artık kendi kitlesini yaratmış olmasıdır ve gerçeklik olarak karşımızda duran bu kitlenin arkasına tüm Türk düşmanı cepheyi almış olmasıdır.
PKK 20 yılda yarattığı etkiyle artık insanlara “Ben Kürt’üm” dedirtmektedir. Bugün ister iyi niyetli olsun, ister kötü niyetli olsun, kendisini “Kürt” olarak tanımlayan herkes, Türk milli kimliğinin düşmanı oluvermektedir.
Türk-Kürt kardeşliğini savunmak bölücülüktür
Bu noktada Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek bölücülüktür; çünkü ulus tektir. Ulus devlet, milletin bölünmezliği üzerine inşa edilmiştir. Türkiye açısından ele aldığımızda, Türk Milleti binlerce yıldır bu coğrafyada bir araya gelen etnik kavimlerin binlerce yıldır kaynaşmasıyla, birbirinin içinde erimesiyle oluşmuştur ve Türk Milleti’ni yaratmıştır. Tek bir kimlik ve tek bir bayrak etrafında bir araya gelmiştir. Bu binlerce yıllık tarihsel gerçeklik, kendi doğal gelişiminin tersi yönde emperyalist bir etkiyle yıkılmak istenmektedir.
Bu ülkenin Başbakanı emperyalist ağabeylerinden aldığı görevle Türklüğe karşı, Türkiyeliliği önerebiliyor, Kürt kimliğini tanıyorsa ortada ciddi bir sorun vardır. Bölücülük devletin tepesine kadar çıkabilmiştir.
İşte Tayyip’in Türkiye’yi getirdiği nokta burasıdır; birileri “Benim dilim ayrı, vatanım ayrı, bayrağım ayrı.” demektedir. Bunun için her türlü teröre başvurmaktadır. Bu noktada kardeşlikten bahsetmek mümkün değildir. Yollar ayrışmıştır.
Özgürlükler bölücülüğü azaltmadı, besledi
Bugüne kadar Türkiye Kürt’e özgürlük ve demokrasi vererek meseleye yaklaşma yolunu seçti. Batıcı politikalar Kürt meselesinde etkin oldu. Önce Kürt realitesini tanıdık. Sonra o realitenin gereklerini bir bir yerine getirmeye başladık. Terör son bulacaktı, bulmadı, daha da arttı.
PKK ile iyi Kürtleri ayırdık. İyi Kürtler için yayın hakkı, dil hakkı, örgütlenme ve kendisini ifade etme hakkı tanıdık. Terör azalmadı.
Geldiğimiz nokta ise vahim. PKK’nın tüm isteklerini Türk Devleti olarak yerine getirmiş olduk. Kürtçülük de arttı, “Kürt’üm” diyenler de, Kürt terörü de; çünkü ABD’nin hedefi burada birilerinin istediği dille konuşması değil, bir Kürt Devleti kurmaktı. Amerikan müttefikliği bizi kendi elimizle düşmanımızı beslememize neden oldu.
Artık Türkiye tüm bu yaşananların ardından farklı bir aşamaya gelmiştir. İşbirlikçilerin önerdiği politikalarla bir adım daha atma şansı kalmamıştır. Türkiye kendi coğrafyasına hapsolmuştur, üstelik bu coğrafya içinde bile var olma şansı tanınmamaktadır.
Bu kuşatma içinde sessiz sessiz, provokasyona gelmeden, savaşmadan yok olması istenmektedir. Türkiye bu durumu kabul etmeyeceğini Ordu’nun ve milletin ortaya koyduğu tepkiyle işbirlikçi siyasi mekanizmaya rağmen belirtmiştir. Bundan sonra Amerikancı çözüm değil, Türk çözümü uygulanacaktır. Linç edilmek istenen Türkler, PKK’nın provokasyonlarına pabuç bırakmayacak, mücadele edecektir.
Cumhuriyet mitinglerinden beri denge değişmeye başlamıştır bile, Kürtçülere bırakılan sokak hâkimiyeti geri alınmaya başlanmıştır. Bunun devamı gelecektir. Sağduyulu, sabırlı Türk Milleti, etrafındaki kuşatmayı yara yara ilerleyecektir.
Kürt sorununa Atatürkçü çözüm
Türkiye ABD müttefikliğini sorgularken, PKK ve Irak Kürtlerine karşı ciddi bir operasyona hazırlanırken, bu Amerikancı-Kürtçü tezler daha da artacak, ortalık bulandırılmaya çalışılacaktır.
Genelkurmay Başkanlığı’nın “Ne mutlu Türk’üm diyene!” önermesine karşı, “Türk- Kürt kardeşliği” tezleri önerilecek, bol bol işlenecektir.
Apo’nun, Perinçek’in “Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsurudur.”, “Türkler ve Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte vermişlerdir.” gibi tezleri piyasaya sürülmeye başlandı bile.
Hatta Perinçek’ten sonra, Atatürk’ün Kürtlere özerklik vereceği tezlerini Yaşar Kemal’ler de savunmaya başladı. Yaşar Kemal’in ne zamandan beri Atatürk’ten referanslara başvurduğunu bilmiyoruz; ama Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda nasıl bizi sırtımızdan hançerlediğini biliyoruz.
Atatürk’ün değil özerklik vermek, Kürt isyanlarına karşı nasıl mücadele ettiğini de hatırlatmak istiyoruz; çünkü Türkiye’nin Atatürkçü bir yönelime ihtiyacı var. Atatürk, İngilizlerle Musul müzakereleri sürerken, İngilizlerin desteğe ile başlayan Şeyh Sait isyanını o dönemin gizli Kürtçü liboşlarına, gizli Kürt milletvekillerine, Cumhuriyet Halk Fırkası içindeki özgürlükçülere rağmen İstiklâl Mahkemeleri ile ve Takrir-i Sükun Yasası ile bastırmıştır.
Bundan sonra da Umum Müfettişliklerin kurulması, İskân Kanunu, Soyadı Kanunu, aşiretlerin dağıtılması, toprak reformu gibi bir dizi önlemle Kürtlüğü yok etme yoluna gitmiştir.
Bunların bir kısmı Atatürk’ün sağlığında uygulanmış, bir kısmına Atatürk’ün ömrü yetmemiştir.
O’nun ölümünden sonra ise hepsinden vazgeçilmiş, bölgede aşiretçilik ve tarikatçılık tekrar güçlendirilmiştir. Şimdi ise bu geri toplumsal yapı Türkiye’yi kuşatmıştır.
Bu kuşatma tekrar Atatürk’ün devrimci tavrı ve kararlılığıyla çözülebilir. Atatürkçü güçler, halkıyla, Ordusuyla bu devrimci görevi yerine getirmelidir.
27 Haziran 2007 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder